TeknoSufi

"IKI KAPILI BIR HANDAYIM"

Wednesday, November 02, 2011

Hiperbol mu? Fantastik mi? hangisi?




Fantastik edebiyat son yıllarda gerçekten ciddi bir okur kitlesinin cazibe merkezi oldu sanki ve pek çok okuru kendine doğru çekmeye başladı, edebi bir çekim noktası haline çoktan geldi.
daha derin bir bakış sergilersek aslında bu dünya'nın yabancısı değiliz, çocukluğumuzda dinlediğimiz DEV yaratıklarla süslenmiş ve tuhaf yaratıkları anlatan masallarda bir tür "fantastik" anlatım öğesini barındırıyordu.
Yani mecaz söylem hep kullanıldı,işte o retorik figürlerin bugünkü tanımıdır Fantastik edebiyat.
doğaüstü nitelik bazen mecazlı bir imgeden kaynaklanabilir ve bu "imgenin" en üst düzeyinde yer alabilir.
Saragossa'da bulunan elyazmalası, Gautier'nin öyküleri, Poe nun öyküleri, Vénus d'lle, Aurélia, Mapus öyküleri, Hoffmanın bazı anlatıları -bu yapıtların tümü kurala uymaktadır, hangi kural, Fantastikle mecazlı söylem arasında gözlemlediğimiz çeşitli grift ilişkiler söz edilebilir .
Kuralın dışında kalanlar hemen hemen her zaman birçok açıdan fantastikten uzaklaşan yapıtlardır.
Aklımda kaldığı kadarıyla şunu bildirmekte yarar var, Fantastik türün kendi içinde çok derin bir izleği var, bir şeması var.
Ve bu şema tam 8 öğeden oluşur, ve yine başka edebi türde olmayan bir çelişkili durum söz konusudur, diyebiliriz ki, mesela sembolizm edebiyatında şu kurala uyulmazsa "sembolizm" akımı ürünü sayılamaz, burada tam tersi bir durum var nasıl mı?
nedir bu 8 öğe?
Hangisinin çiğnemesiyle FANTASTIK türde bir yapıt ortaya çıkar?
kişiler : 1:madde, 2: bilinç, nesneler dünyası :3:madde , 4: uzam.
5:yönetilmektedir
6:nedensellik
7: amaçlar
8:uzam içinde

şimdi bu öğelerden herhangi birisini çıkarın veya yazar çiğnesin fantastik izlekler tanımlanır !
Zvetan dediği gibi" söz konusu olan imgeler düzeyinde bir katalog değil ,soyut düzeyde bir dizgeleştirme çabasıdır."
Sonuçta ,fantastikle ilgili tüm bu incelemer ,izleksel eleştirinin genel belirlemeler düzeyindekine benzer bir "kısırlık" içinde.Eleştirmenler (Penzoldt dışında) şimdiye kadar doğaüstü öğelerin listesini yapmakla yetinmişler , ama ne yazık
evet ne yazık bunların bir araya geliş biçimlerini doğru düzgün araştıran bir eleştirmen çıkmadı, bir saptama eksikliğinden söz ediyorum.

netice itibarıyla,
ben herhangi bir ALTIN KASE 'nin peşinde değilim,
bize üzerinde tek "Hu" sözcüğü ile yazılmış topraktan kase yeterlidir,
benimkisi konuya naçizane bir açılıma "giriş" yazısı..

Sufi.

Wednesday, September 07, 2011

Morpheus dileği!..



Önsözcükler: iki sene aradan sonra sayfaya yazma hevesim kabardı:=)
belki(daha karar vermedim) ara-sıra yazarım şu levhi hiçliğe!- Sur

İnsanlar M.Ö. bilmem kaçıncı yüzyıldan itibaren birbirini yiyiyor,
yiyor yemesinde de, ya sonrasında?
Bu dünyada insanlar tarih boyunca iki şey için çok çalıştı, çok ter döktü. Biri, topraktan altın yapmak; öteki, insanların huzur içinde yaşayacakları bir toplum yaratmak.
Bugün hala altın yapmaya hevesli insanlar var mı? Var.
Ama daha rahat bir dünya kurmak, insanlığa derin bir soluk aldırmak için yeryüzünün en büyük başları düşündü, düşündü. Her biri bir reçete yazdı insanlığa, bütün reçeteler uygulandı, uygulanıyor. Demek istediğim insanlık ve onun tarihi baştan başa deney unsuru, bunun matrix üçlemesi veya Morpheus'un dile getirdiği denklemlerle de alakası yok.
Mutlu topluma ulaşabildiler mi? Esas yanıt burada. Asla. Dünya hala savaş, kin, hırs, sefahat, düşmanlık cehenneminde debelenmeyi sürdürüyor.
Hep bir mavi kuş var ve o mavi kuşu kovalayan çocuk.
İnsanlık en az 3000 senedir o çocuğu bekliyor, nefesi kesilerek çocuğun kuşu tutmasını bekledi.
Ama kurt'la kuzu'yu yan yana yaşattığımız dönemlerde oldu.
Tamam da biz ne yapmalıyız?
Ne yapacağız?
Var mı bir planımız, projemiz, düşüncemiz?
Kültür kaynaklarımız ne? Tarih boyunca bu toprakların geçirdiği büyük fikir, düşünce bereketinin yanı başında, büyük bir toplum hercümerci vardı. Yaratılan boşluklar nasıl dolduruldu?
Son 50 senedir nereden nereye geldik dayandık?
Bu mu olmalıydı?
Yine hercümerç, yine darmadağın bir kültür-politik arena.
Biz mi yarattık bütün olup biteni? Evet, kısmen.
Sufi.

Monday, February 23, 2009

Söyle!..


Söyle,

gülmeyi biliyormusun?

Söyle ki

görebildiğin, hissedebildiğin her şey

sana tebessüm etsin!


ya raks etmeyi?

söyle ki,

düşünebildiğin "her şeyle" sana bir melodi tutturayım.



Sufi.

Wednesday, February 04, 2009

Sözcük

Gazze




"-Empati: Empati veya eşduyum, bir başkasının duyguları, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir. Kendi duygularını başka nesnelere yansıtmak anlamında da kullanılır.

Empatinin tam olarak gerçekleşmesinin üç kuralı vardır;
Bir insanın kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak, olaylara onun bakış açısıyla bakmak,
Karşıdakinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamak ve hissetmek,
O kişiyi anladığını ona ifade etmek."-Wikipedia,Özgür Ansiklopedi.

+



"Bu dünyada hiçbir şey kendi yerini bulmuş değildir, başta bizzat dünya olmak üzere..Öyleyse, insan adaletsizliğini seyrederken hiç şaşırmamak gerekir. Toplumun düzenini reddetmek de kabul etmek de aynı şekilde abestir..."-Cioran-Felsefe Notları http://www.felsefenotlari.blogspot.com/

Saturday, January 31, 2009

Sihir


Belki sihirli mavi seni hayrete düşürecekti
Eğer çığlık atmasaydın.


Eğer ağlamasaydın, belki de kuşun kanat sesini duyacaktın.


Kim olursan ol
rüzgar seni sarmalayacak
ve yaşamı bir şarkıyla çağırma
fırsatın olacak..

Sufi.

Saturday, January 10, 2009

Vasiyet edermiş"iyi" şair; Cemal Süreya


Eşi, kendisinden 14 yıl sonra Cemal'ine kavuşur.
Öncesinde dünyanın en güzel mirası, vasiyet mektubunun sahibidir.
Şimdi o mektup ve bir yığın önemli tereke övey kızı seramik sanatçısı
Gonca'dadır.
Yolu, yolculuğu seven bir yayıncıya tüm yolculuk giderlerini biz
karşılayalım, gitsin Muğla'da Gonca'yı bulsun(benden de sıcak selamla)
ve neredeyse artık çürümeye yüz tutan o "torbalar" dolusu terekeyi
alsın yayınlasın, Gonca, birisi gelirse "gönüllü" olarak hepisini
güvenebileceğim bir yayıncıya teslim ederim diyor.
Ölümünden birkaç ay önce durduk yerde(59 yaşındayken) ölüm düşüncesi
yoklar zihnini, kalemi, kağıdı alır ve eşine yeryüzündeki tüm
"mülkünü" bırakır:
2 Halı
Kütüphane(kitaplarıyla)
O an masanın ortasında duran kitapları, yabancı dildeki kitaplar
Dünya Çiçeklerinin tamamını
Büyük, devasa bir Ayna
Telif haklarının yarısı
ve sonucusu çok müthiş: Kendisi
ve tüm notlar, yayınlanmamış el yazıları, kitap taslakları..

Gonca'nın arşivinde bir sigara duruyor
o ince kağıda ince kalemle bir şiir yazmış, sigarayı bırakacağı sözünü
verdiği gün kaleme almış, yazı çok küçük okunması da zor
okunan bölümleri:

marmiç
kar hiç
kırk dört
kırk beş
kırk altı
kırk yedi
kırk sekiz
Liman dokuz
Lif otuz
Yarım elma
Bütün elma
Hartol
Hırtol
Cigaradan
çık
gel
git
kurtul

Cemal Süreya

sanırım bu şiir ilk kez okunaklı olarak yayımlanıyor
defterin (borges defteri)güvenilir arşivine emanet olsun.

ben olsam da olmasam da!
ne sanıyoruz şu ömür denilen kısa sihri?

'o süzülmüş', seçilmiş aşk cevheri var ya,
işte ölümsüz olarak kalacak olan ancak odur!



Sufi.

Wednesday, October 10, 2007

Nar


Masanın üzerinde bir örtü. Şile bezinden. Çiçekli mi çiçekli, annem özene bezene ayrılık yılları için dikmişti. Narince sakladığım dolaptan çıkardım ve dün akşam evime konuk ettim, annemin kokusu yayıldı bahçeye. ( hiç ayrılmadı ki)


Bugün oturduğum binanın girişinde bir telaşa tanıklık ettim. Birileri taşındı sanırım.

Evi “boştur” şimdi. Gelmeyecek bir daha.
- bizim gözlem duygumuz, başkaları güçsüzlüğümüzü algılasa bile, onların güçsüzlüğüne yönelince çok daha incelir, bu gerekenden daha ince oluşumuz yüzündedir.

Evin boşluğunu niye dert ediyorsun ki?
Aradığın boşluk değil miydi?

Yorgunluk dolu bir gün, ve boş ağlarla boş evinin yolunu tutan bir balıkçının acısına dokunuyorum belki bütün bunları yazarken, kendi girdabımda.

Ansızın elim duvardaki aynanın eski köhnemiş ahşap çerçevesine uzanıyor, o an tam çaprazımdan vazo göz kırpıyor.

Şile bahçelerinden toplanan bir sepet dolusu nar göndermiş annem.
Çekinmeyin, canınız nar çekerse elinizi uzatın ve yakıcı serinliğini hissedin nar tanelerinin.
Neredeyim? Bin ışık yuvası ayva bahçesinde mi? O sarhoş edici kokusuyla.
Anıların dingin köşesi, yeryüzünün en uzun uykusu, kapı yarı açıktır, perdeyi kapamadan da uyuyabilirsiniz o bahçede.
Sufi.

Sunday, June 10, 2007

Kuş İkindilerinin Şairi: Doğan Ergül

Şair Salih Aydemir İçin,


"Onun her şeyi, en yakınındaki canı, kalemi, şairi, kardeşiydi Salih, sevgili Sur,şimdi sence en çok kim yalnız kaldı? Doğan mı, Salih mi?.."
(jm'nin geçen pazar günü yazdığı mektubundan) , jm'nin o belalı sorularından dedim işte kendi kendime, biliyorum bir tuzak sorudur, ben'in psikolojik gözlemi açısından önemserim bu gibi soruları, yalnızlığı tarif etmenin yeri yok bu soruda. Geçen sene yine "Cey Sanat" dergisinde Enis Batur'un bu haleti ruhiyeyi yansıtan bir dokunaklı, çok güzel bir yazısı vardı, aranızdan okuyanlar olmuştur sanırım. Yazının başlığı "Sam'ın Kaşığı" idi. Samuel Becektt ve Ressam Arikha arasındaki dostluğu anlatıyordu Enis Bey ve o dostluktan geriye kalan bir nesnenin Ressam Arikha tarafından sonsuzlaştırdığının öyküsü idi: basit, sıradan bir kaşık! Beckett öldükten sonra Ressamın yalnızlığı ve bir kaşık! ( Arikha'nın evindeki sofralarda Beckett sürekli o kaşığı kullanırmış).
Nesne durumu, " Tablonun üstündeki kaşık, ancak Beckett'e içten, sahici bir sevgiyle bağlanmış birinin ayrılabileceği özellikte bir nesne" diyor Enis Batur.
Sahici felsefe , der Schopenhauer, özellikle dünya nereden geliyor, nereye gidiyor, niçin var gibi klasik soruları sormayan felsefedir. Yalnız şunu sorar: Dünya nedir ki?
Şimdi yukarıdaki soruya dönersem, ne demeliydim jm'ye? a- ben birdir, b- ben çoktur, c- bu yüzden ben birliği çokluğudur( sentez).
Bütün bunlar ancak ve ancak insan söz konusu ise doğrudur.
Önemli olan "hangi birliğin çokluğu, hangi çokluğun birliği sorusudur".
Somut ve de oldukça "kederli" bir durum.

3-4 sene önce borges defternin kurulduğu o ilk evrelerinde "Siyanur Kuşak" tanımlaması yapmıştım Doğan için.O günlerde Doğan Ergül üç gün - beş gün şiir yazmadığında ona:"asi atlarının çığlığını, şiirini özledim can kardeşim" diye kısa bir mesaj atardım, ardından hemen sesime ses verirdi, yeni enfes bir şiirle üstelik, düşünüyordum benim bu öznel geleneğim onun gidşiyle son buldu. Şimdi dönüp geriye baktığımda ve Doğan'ın şiirlerini okudukça ne denli "sıkı bir şair" diye içimden devrana sitem ediyorum. Siyanur Kuşak tanımını ilk Özge Dirik ardından onun için yapmıştım.

Doğan, ah ... Şair,

Doğan'ı ve elim gidişini bir türlü kafadan atamadım.
Kendi bilincine varmış, araştırdığı nesneler üzerinde refleksiyon yapabilen ve onu genişletebilen bir içgüdüden söz etmiştim kendisine bir mektubumda.
İçgüdü sempatidir, yaşamın anlamı için yönelmiş bir "durum", fazla zeki, zeka sahibi olmak önemli bir konu değil benim için, en azından abartılacak bir mesele değil. Çünkü söylediğim gibi zeka cansız maddenin anlamı içine yönelik bir yetidir. Mutlak bilgi dediğimiz felsefi bir terim olan intuition ise mutlak bilgiye varan sempatik bir iletişimdir. Bu özelliğiyle içgüdü ve zekanın sınırlarını bir anda aşıp Yaşam'ın alanına dalar.
Jm onun için "son birkaç sene zarfında duyduğum, okuduğum en sahici seslerden birisidir" demişti. Anılar(Doğan'la bizimkisi sadece geriye kalan yazışmalar- şiirleridir ve o paylaşımlardır) bilince dönerken her zaman duyusal algılama ve impulslarla beraber, yüzeyde, derinde, mekanda, her anda, anıda onu anacağız.


28 Nisan 2005 tarihinde, gece yarsı
saat: 01:04 / defter arşivine doğru uçurduğu şiir güvercinin gerdanlığından bakın hangi şiiri çıkmıştı, okuyalım:

south amerika

sislerin dağıldığı çobanıl gecede
uyanıp beyazını öptüğüm zambağın
ıslak yolunun kokusunda bir geyik
zamanına geç kaldığım ünlem
omzunun telaşına sürdüğüm sıcaklık
teninde yandıkça koyulduğum dağ için
bu şehir yitirilmiş dünyalar taşır
senin kırmızılığın büsbütün büyüsün diye
yamaçlardan aşağı
yerini değiştirmiş bir öğleni yontuyordu zaman
bir çocuğun ellerinin büyümesi gibi
köpüklü göğün aktığı düzlükte
bulunmuş bir ilkgençlik ağrısı
yürüyüşlerde uçarı denge o
sularını kaybeden nehirlerin
mağaralar bulması kendine
düştüm uçuruma
aynalardan ve güzden
bir sarının elinden tutarak aşkla
zehirli sularında kamaştım
kuytun ağzını açmıştı
yutmak için ağzımı
kadife bir sesti ah’ın ve
teslim olmuştu şehir
boşalttım içine kuş ikindilerini
sönmüş göziçlerini... dokundukça
deliren uçlarına senin.

Doğan Ergül

Bazı düşünce, felsefi yönelimlerde hep düaliteler söz konusudur.
Bunların "süre"ye ilişkin olarak 1-mekan alanı, 2- süre alanı, 3- "bellek"e ilişkin olarak da
I-aksiyon alanı, II- düş alanı olduğunu okuduk, öğrendik.
Geriye, bu "ikiliklerin" nasıl ortadan kaldırılabileceğ i yada hiç olmazsa, birbirine karşıt alanlar arasında nasıl sağlam bir süreklilik ilişkisinin kurulabileceğ ini göstermek kalıyor.
Doğan Ergül'de işte biçim ve düşünce yönetimi alanında nedenli derinleştiğini görüyoruz.
Onun şiirini durduk yerde bunca sevmiyorum.. bir nedeni var..
Unutmayacağım Seni
Dost Sesini,
Asi Atlarını,

ey şair, nasılsa "şöyle veya böyle" buluşacağız seninle,
ilk Seni ve Hür'ü soracağım, o kapıdan girince.

Selam,
Muhabbetle,
Hu.

Sufi.

Wednesday, May 02, 2007

Hinbir Gece

0001
İkinci el gecelerim var,
durmadan gecede yol alırım
Gözlerimden uyku kaçar, uyku benden kaçar.
Kendime vardığım an kapıyı kaparım,
ben kendimde yol alırım,
ağlarım,
öyleyse varım!

0002
Binbir hecede gezerim.
dalgınım.

0003
Binbir çıkmazdayım.

0004
Kimin için yazdım bunları?
herkese, kimseye.

0005
Çarşaf gibi kendi üzerine örttün beni
kendi ellerinle kendine bağlandın.
feryat ediyor:
-"reva görme",
böyle zamanlarda "güller kefenleri" yırtar sevgili.

0006
Sitem ettin,
- takma şaka yaptım!

Sufi.

Wednesday, March 28, 2007

Boşluk kadar


+Bir daha eskisi gibi olamam, istemeyerek de olsa gördüm o anı..

Sanki hiçkimseye anlatamamam için beni çağırdığı tüm isimleri
geri aldı.
İsimsiz kaldığım o andan beri içimde
Yarım bir insanın yalnızlığının biraz daha fazlası kaldı.

Nefes alıp vermek değildir hayatları
bütün bunları bilenlerin.




boşluk kadar derin bakışını anımsa,
inanmıyorsun, kabullenemiyorsun fenerim
ama
dönmeyebilirim..+

Sufi.

Thursday, March 15, 2007

Akşam değil Seher

Su yok mu?

"Dime sequia,dime tierra quemada,tierra de huesos remolidos
luna agonica,
no hay agua?
hay solo sangre,solo hay polvo,solo pisades de pies desnudos la espina
solo andriajos y comida de insectos y sopor bajo el mediodia impio como
un cacique de oro?
No hay relinchos de caballos a la orilla del rio,entre las grandes piedras
redondas y relucientes.."

O.PAZ

ağır bir nakozdan çıkar çıkmaz siyah iri gözleriyle karşımda duran Rosa kulaklarıma bu
dizeleri fısıldadı, bilincimin tam yerinde olmadığı için, birkaç gün yanımda kalan ablama Rosa
o gün kulağıma bir şeyler fısıldadı hatırlıyor musun? diye sordum, ablamın ispanyolcası çok
iyi olduğu halde :"hayır duymadım sur" dedi.
tam çıkacağım gün, Rosa yukarıda yazdığım "el cantaro roto" şiirinin , O.Paz'ın tam
metnini şık bir zarfta hediye etti.

Söyle bana kuraklık, söyle bana yanık toprak, öğütülmüş kemikler toprağı
söyle bana ey acılı ay,
SU YOK MU?
Kan mı var yalnızca,yalnızca toz mu,
çıplak ayakların izi mi var yalnızca?
dikenler üstünde.
yalnızca paçavraları, böcekleri için besin ve uyuşukluk mu,
dinsiz öğlenin,
o altın şefin altında?
At kişnemeleri yok mu, ırmak kıyısında iri
pürüzsüz ve parlak taşlar arasında.

İspanyolcadan Çev. sufi.

Thursday, February 15, 2007

Borges Defteri

Tıklayın, Okuyun, Dinleyin, Koltuğunuza yaslanın az biraz dinlenin.
Defter yaprakları arasında biriken bilgi,
bakış derinliğini yakalayın.
Borges Defteri'ni ne yapıp edip yaşatmalıyız hep beraber.
Bu defterin sekteye uğraması durumda, net ortamımızın farklı
bir sesi duyarsızlığımıza kurban gidecek.
Dayanışma zamanıdır!
beni değil defteri okuyun bir süreliğine,
tüm yeni yazılarımı deftere emanet ettim:
www.borgesdefteri.blogspot.com

Sufi.

Tuesday, January 23, 2007

Sadece Ne?

Yok artık, arama,
çöp sepetine attım.

Nereye gidiyorsun?
Çöp sepetinde de değil, boşuna uğraşma.

çöp kovasını kapıya bıraktım.

Yine nereye?
Bu olay dün geceye aittir,
çöp arabısı çoktan almış götürmüş bile.

- niye ağlıyorsun?

Unut "onu" bir süreliğine,
biliyorum çok zordur.

-Ama,..

ne?


-yok bir şey sufi.


Sufi.

Saturday, January 13, 2007

GözYaşı

Ne biliyoruz?
Neden ağlar bir insan?
O an devasa evren birkaç "katreye" sığar, en dingin anıdır insanın!
Hepinizde bulunan cep kameraları bazen "an" saptaması için ideal birer neseneye dönüşüyor.
Kendi iç girdaplarıma gömüldüğüm sessiz, yalnız bir anımda, fark ettirmeden bir kare fotoğrafımı çekmiş can kardeşim. Fotoğrafı bir gün sonra gösterdi bana.
Renkli çıktısını aldım, uzun uzun kendi gözlerime ve o yanağımdan yer çekime meydan okuyan tek bir damlaya kilitlendim.
O an başka, çok başka bir şeyi fark ettim.
O küçücük damlanın tam ortasından bir ışık yansıyordu, mavi küçük bir ışık hüzmesi açılmıştı adeta..
pencereden baktığım anmış meğer..
neden bunca birbirimize benziyoruz?
o an bir gizem
bir sır peşinde değiliz, sadece var olma, olabilme travmasını mı düşünüyoruz?
o mavi ışık gözyaşının mührü mü?
o kırılmadan nasıl açılır tüm kapılar?
..

bitmedi,

+..

Sufi.

Thursday, September 28, 2006

Kubrick Anma Seansı

The Killing(1956), Sapartacus (1957) ve arada kalan bir yığın güzel yapıtını geçiyor 1987 yapımı Full Metal Jacket'i bulun tekrar tekrar izleyin.
"Bazı şeyler ya öyledir ya da değil örneğin günün rengi, bir çocuk olmanın hissettirdikleri, tuzlu suyun güneşten yanmış bacaklarınıza dokunuşu, su bazen sarıdır bazen de kırmızı aslında bu renk o günün size hatırlattıklarına bağlıdır, size bu hikayeyi olduğu gibi değil hatırladığım şekliyle anlatacağım."

Kubrick
Büyük Umutlar

Sufi.

Friday, September 22, 2006

Bir Yanım Çürüdü

Bir yanım çürüdü,
bir yanım diri
hala inatla bir şeylere tutunuyorsa bir sebebi olmalı.
Olmalı.
Edebiyat ortamımız neden bunca kantarın ucunu, kökünü, soyunu, sopunu kaçırdı?
Eskiler, hani o eski edebiyatçılarımızda mı böyle yaparlardı?
Belki, ama işin suyunu bunca çıkardıklarını hiç sanmıyorum.
Anılar, günceler, kişisel görüşleri kapsayan kitaplar önemli yapıtlardır, biz de ise ötekini sorgusuzca dar ağacına asma aracına dönüştü.
Aziz Bey, Hilmi Yavuz, İsmet Özel bilinen örneklerdir, üstelik bazıları yeni yayınlandılar.
Huylu huyundan vaz geçer mi?
Edward Said'i cılız bir ıslıkla karşılayan Hilmi Bey'den beklenilen bu olmalı, ötesi değil.
Oğuz Atay'a edebi değil, tamamen edebiyatın dışından taş atan İsmet Özel'e de artık söyleyecek lafım yok.
Dikkat ediyorum hepisinde tanka taşa atar gibi bir "eda" var.
Çok da komik kaçıyor.
İşte bundandır ki bir yanım çürüdü diyorum.

Borges Defteri bütün bu çürümüşlüklere itiraz ederek geçici olarak sustu!
Sustu ki birileri gırtlakları parçalanırcasına bağırsınlar, ona+buna çamur atsınlar, kendilerinin ne büyük bir kıymet olduklarını haykırsınlar. Herkesi, her şeyi aşağıya çeksinler, çab sarf etsinler, yücelsinler, evliya olsunlar.
Sonra gece yarıları TV'lerde "gönül"ü konu etsinler!
Gönül körleştikten sonra "gönül" deseniz ne çıkar Hilmi Bey?
Siz önce içinizde gizlediğiniz o ayna'yı temizleyin, ve "gönül işleri" sorumlu baş katipliğini bir daha deneyin, bu kez hiç konuşmasanız da biz anlarız gönül halinizi!
Gönül sözcüğü birilerinin elinde sondan "ü"+ ünlem işaretine dönüşürse ona ya da buna: ego tatmini derlermiş, miş, ama ne iş?
Gönülü konuşmuyorsunuz, konuşamıyorsunuz.
En azından yeri geldiğinde sizlerde susun.
Susmak çok büyük bir erdemdir.

Selam,
Muhabbetle,

Hu.

Sufi.

Friday, September 08, 2006

Hani Nerde?

Hani nerde omuz ve cesaret verdiğin gövdeler?
Omuz omuza dostluk soluduğumuz saflar?
Hani neredeler o hırçın yeleleri uçuşan atlar?
Nerede ateş dostum?
Nerede bıraktığın onca sıcak küller+güller'in?
Ve evreni her seferinde bize biraz daha yakın kıldıran o aziz nefesin?

Andolsun
ki çok yalnızız..


Susarım,
Ay parlayana dek..


Sufi.

Tuesday, September 05, 2006

Te Recuerdo Amanda

defter'in grafik çalışmalarını çok seviyorum, tıpkı bunun gibi..


V. Jara'nın bir aşk öyküsünü anlatan şarkısı..seni anımsıyorum Amanda.

Biz hangi gök katında yaşıyoruz Jara?
tam bu vakit bir rüzgar çıkar
üreperirsin ,
istediğim o ayrüzgarının geri dönüşüdür, dostlarım.


her gece defterimizden bir şiir okuyun
kaldığımız
sayfası tutuşsun kalbinize..

Sufi.

+03102006 gecesi ay yine, yeniden parlayacak+..

Monday, September 04, 2006

Rüzgar yine esecek

Şimdi
rüzgar
esecek
şimdi
mavi bir kuş
yayılımı şafağın kanadında,

bir sufi gömütüne bilinmeyen bir gözden iki damla ışık
düşecek,
buna da razıyım, diyecek;
itiraz etmeyecek asla
ey yüceler yücesi.

üç damla
gün ışığı
toprağıma..


Sufi.

Sunday, September 03, 2006

Büyüküstü ne ki?

Borges Defteri 1 Ay suskunluk kararı aldı.
Araçla, amaç arasında duran geniş zamana sarılmak güzelliktir.
yıllardır edebiyat ortamımızın kafasını ütüleyen zırzevat'a bir isyan bayrağıdırbu.
Edebiyat ortamımızda bir ilktir.
Çok isterdik bu kadar edebiyat dergisinden birisi çıksın
derginin tam orta sayfasına siyah bir kare yerleştirsin ve bu "elim", "canhıraş" gidişatı mercek altına alsın büyütsün, çarpsın, çıkartsın, ki belki o büyüküstü erbabımızın sağır kulakları duyar sesleri..
Hastalıklarımızda bir başınayız, sağlık sigortasından yoksundur çoğu yazar, çizer.
üç kutu ilaç parasını temin etmek zor, bela bir "iş" olmuştur.
Ya şu Suriye kadar olamayacağız mı? Orada tüm şairler devlet tarafından sağlık güvencesi altındalar. Dostumun anlattığına göre maddi olarak yardım ediyor devlet. Aynı Osmanlı Saray mantığı işte! Devletten destek görüyor diye eleştiri, isyan sesini kısmıyor, kısamaz şair, Nizar Kabbani de onlardan birisi idi. Daha niceleri var.
Defter'imizin çığlığı yerindedir, daha kaç şair, yazar, ressam evinde öldükten sonra kurtlanacak?
Kaç gerçek yaratıcı insan alnının gölgesini duvarlara basacak, kimsesizlikler arasında?

Çaresiz, korunmasız, yalnız ÖLMEK İSTEMİYORUZ!
Şair'e onurlu gidiş yakışır, dimdik.. buğulu kırık camlardan bir sabah rüzgarı gibi..
kadavramız karıncalar, kurtlar törenine terk edilmesin..


Muzaffer Buyrukçu ilk değil son olmayacak.
Bütün şairlerin Papyonla gezme şansları yok hayatta,
kader işte!
Mülk sahibinin doğru olmayışı bazen ağır gelir kişiye
+ gene bu yerdedir büyük saatin göstergesi+
GÖRÜN
Hissedin
Gidiyoruz tek tek
Duyun sesimizi..


Alnından öpüyorum Borges Defteri
Onurlu,
Dim dik
Haklı duruşunla
Tüm hakkaniyetten yoksun ilk çağ "yaratıklarına" karşı.
Edebiyat, Sanat'ı bir beyinsel masturbasyon aracına dönüştürenlerle daha işimiz çok.
Şair, Ressam yalnızlığına
ithaf olunur Borges Defteri'nin
suskunluğu.
http://borgesdefteri.blogspot.com/
bu süreçte defteri ziyaretsiz bırakmayın ki,
sevinç içinde yanımıza serilmesinler pislikler..boş gevezeler.

Selam,
Muhabbetle,

Hu.

Sufi.

Thursday, August 31, 2006

İstek, Dilek

" İstek, dilek değildir, bir şey için çabalama da değildir yalnızca; tersine isteme, kendinde buyurmadır" buyuruyor Nietzsche.
Güç İstemi, A.668. Y.1888

ne demek istemiş?
isteme kendini mi ister?
isteme kendi kendini mi aşar?
İsteme, istediğine çoktan sahiptir de biz mi bilmiyoruz..

Selam,
Muhabbetle,

Hu.

Sufi.

Wednesday, August 30, 2006

Sanrı Kültü

J.M ile Karşılıklı konuşmalarımızın, o özlemini duyduğum günlerimizden geriye kalan notların toplamıdır.
İlk dört bölümünü kimi dostların okuma şansları oldu.
Hayat, Ölüm, Var oluş, Karabaslanlar, çoğu zaman zihnimizi, düşüncemizi kendine çeken önemli konular çevresinde süre giden ve baş ucu yazılarımdan sayılan, nereye gitsem yangınlarımda ilk kurtaracaklarım arasında tuttuğm evraklar.. Gözü ve aklı her okumamda sıkı bie şekilde besleyen, yeni ufuklar açan, büyük bir birikim ve medeniyetin ayak izlerinde kendinize doğru özgün patika yolu açmanıza aracılık eden metinlerdir..
Aradan çok geceler, gündüzler, fırtınalar geçti, ta o günlerde bile "Sanrı Kültü" başlığıyla kitaplaştırmayı düşünmüştük. Benim zorunlu göçüm, hayat, memat sorunları vs ..girdi araya..
O ikinci çok önemli buluşmamız ise toplam 40 sayfaya yakın bir dosya oldu.
Bir önceki buluşmamızda hiç değinmediğimiz konular öne çıktı.
Sanırım iki sene önce defter'de yayınlanmak için izin istemiştim.
"Şimdilik bekleyelim" demişti.
Geçen süre zarfında tüm yazıları (geri kalan bölümler dahil) toparladım.
"Sanrı Kültü" toplam 100 sayfa civarında prıl prıl bir dosya oldu.
J.M'nin bana emanet ettiği bir diğer dosyayı da bitirdim, Lorca ile ilgili hiç okumadığım yığınla yazılar, şiirler, resimler..toplamı, bir boşluğu doldura+bilecek nitelikte bir çalışma.
Özgün dilinden karşılaştırmalı gittim, ufak tefek değişikiler yaptım. Söz sahibine iade ettim:)
Anladım ki o da benimle ilgili boş durmamış, "Sufiyane" başlığı altında tüm yazılarımı toplamış,
Kapak desenini bile hazırlamış.
Çevremizden de çok güzel dosyalar ulaştığını duydum, çok sevindim.
Acaba kendi yayınevimizi kurmanın zamanı geldi mi?

Nedersin?
Baskı adedi çok sınırılı tutulsun sadece işin ehli okurlar okusun.
Aynı gravür sanatında olduğu gibi,
tümü "E.A" yapımı gibi ve özgün bir biçim+sunumda olsun.
Sesli düşünüyormuşum:)
Ama galiba eski cam kubbeli, Marmara adasından getirtilmiş beyaz mermer sekili antik hamamda gibi hissettim kendimi.
Ses yankı yapıyor.
Su sesi ise dinginllik, huzur veriyor. Bir anda beynim Lidya ovalarına odaklanıyor, o antik hamamların ortasına konulan felsefe taşlarını düşünüyorum.

"Sanrı Kültü'nün bir kısmını "bir ara" buraya aktaracağım.
ne de olsa serde var bir "divanelik".


Selam,
Muhabbetle,

Hu.

Sufi.

Tuesday, August 29, 2006

Haz ve Şaşkınlık!

Epikuros bile kendi soy+sopunu unuttu, ama bizim yerli Epikurosçular hazzın, öte yandan aymazlağın suyunu bıkmadan, yorulmadan Osmanlı şerbeti gibi yudumluyorlar.
Ne tuhaf "şeyler" bunlar..
Bunca haz insanda içinden çıkılmaz bir şaşkınlık yaratmalı, ama önce "şaşkınlık etmeyi"bileceksin, düşünce gereği.
" O ", yani Epikuros bile"kendini" fırlatıp attı,
kendi teninin ağır yükünü.

Ben mi sordunuz?
Bilge olanlar arasına atıyorum kendimi, kişisel umutsuzluğumdan değil,
görünen, yaşanan, yaşadığımız çoğu sosyal ilişkilerin bizi yeterli kılmadğından dolayı.
Yorgun tenime
Soruyorm,
Ruhların bağlılığı neden bunca zedelendi?

Neredeyim?
Neredesiniz?

Bu sayfalara daha ne kadar yazarım, "fikrim yok", ama içinden geçtiğim, geçmeye çalıştığım "umut geçidi" süresince devam eder. sanırım.


Selam,
Muhabbetle,

Hu.

Sufi.

Monday, August 28, 2006

Nesneyi Yalıtma Yetisi

"Yap- Boz" der o, bağ bozumu derim ben!
üzerine kalın çizgilerle notlar düş, düş sonrası, asi şey, "ey" , "ney".

Önceki parçalanmalarla sonraki parçalanmaları bitiştiren içsel bir sesim ben , biliyordun bunu.
ya "öteki" parçalanmalar?
korkaklığı insandan saymayan .
Zaman merdivenlerini hiç düşmeyeceğinden emin olmak
istercesine temkinle inip çıkan kör bir ses.
Oturduğu koltuğa yaslanamayanların sesi.
Evinde sizi herhangi bir yerdeki gibi adeta yabancı karşılayanların sesi.

Endülüslü bir cerrahın eldivenlerini denemek, sonra başka bir düzeyde sevmek,tiksinmek ve ikisinin ortasında ya da dışında bir yerde,gerçekte var olmayan bir yerde durmak Hür,
Yani tekrar etmek ve bu arada ,görünmeyen bir varlığın “ gitme gitme ne olur ” sesi.
“ eskiyi bilmeden hüküm veremezsin, geleceğe ait hükümler yanlış çıkabilir” dediğin akşamın tuhaf sesi.

Gözlerine inen perdenin sesi .
Denize, göğe, havaya, evin duvarlarına, kapılarına , benim bir gün senin için yazacaklarıma çarpmanın sesi.
Sessizlerin çarpması, çarpıntısı.
Belki bu yüzden inanıyordun.
Kim bilir?
Benim tutkuyla sevdiğim Deniz Fenerini bu yüzden o kadar çok seviyordu bir "rind"..
Ya da inanmak sevmek zorunda kalmıştı .
“geceyi seviyorum” derken eli ve yüreği bu yüzden o kadar titrek ve yumuşaktı, ya da sert;bilmiyorum.

Sıradan bir geçmiş özlemi değil benimkisi ey parlayan ateş ,
yeryüzünde bunu bilen kaç kişi kaldı sanıyorsun?
bu öznel “tutkumu” bilen tek kişi kaldı desem inanır mısın?
Senden sonra Giacometti’yi bir tek onunla konuşabilirim sanki ! Hatırlamalısın Giacometti’nin sık sık tekrarladığını:
“değerlendirmek lazım”.
Düşünüyorum “bir kere,tek bir kere olsun,bir insan ya da nesneye küçümseyici bir bakış” fırlatmamak ve her hangi bir cümle, harf, sözcük kullanmamak için azami dikkati göstermek; nasıl bir şey ? Kaç kişi kaldık?
Onun için “ herkes en değerli yalnızlığı içinde görünüyordu”.
Ah , acemaşiran nakkaşın , süzinak bestesi ; parlayan rengi.

Nesneyi yalıtma yetisi ,yalnız kendi anlamlarının hücumuna uğrama yetisi
ne zor, ne çetin bir kişisel süreç , bunun ancak “ seyreden kişinin” tarihsel olarak ortadan silinmesiyle mümkündür dediğini de çok iyi anımsıyorum,ve Genet’e edebi biçimde tebessüm ettiğini..
Seyreden kişinin her çeşit tarihten kurtulmak için olağanüstü çaba göstermesi gerekiyor ki
“sonsuz” bir şimdiye dönüşsün.
Sonsuz şimdinin Sesi..
Hiç kolay olmadı ,
“Sonsuz an” kavramı,
senden sonra acemaşiran ressamdan öğrendiğim tek “gerçek” :
“dostum artık gam yemeyi benden bekleme! Bende mestlikten, şenlikten, sarhoşluktan bir şey arama. O bizi bu iş için yaratmıştır,
biz akla düşman “divaneler”, ayıklığa karşıyız" .+alıntı pirim'den+.

Selam ey kadeh,
Muhabbetle
Hu.

Sufi.

eski yazılarımdan geriye kalan bir alışkanlıktır,
bir "cennetlik" bölümü var,
siz "gök+yapımı" olarak adlandırın(isterseniz- koşullu bir cümledir):
Galiba birkaç aziz dosta daha "şifa" dilemek gerekiyor, bir garipliktir çöküyor
güzelliklerin üzerine ya rab, kötüler hep mi böyle keyfe keyif katarak mı yaşarlar?
yok mu hiç şöyle hokkalı bir kalemin?

Al tam-tam de los timpanos golpeados por el sol delirante,
he aqui al polvo que se levanta como un rey amarillo y todo lo descuaja
y danza solitario y se derrumba

Kulakzarının tamtamlarını ,çılgın güneşin dövdüğü
Sarışın bir kral gibi yükselen toza bak,
Herşeyi kökünden söken,
Rakseden tek başına,
Sonra
Yere yığılan.

Octavia Paz

Wednesday, August 23, 2006

Sebep

en son mayıs ayında telaşla indirdim perdeyi,
umudumun tükendiği andı,

sebep diyorum,
sebebi yok,
gidersin.

demek bu kadar kolaymış.

sular dindi,
nihayet.

yalnız ve dingin,
hala en çok sevdiğim şey anlamını bildiğim şeyleri
tekrar düşünmektir.
ve en çok ellerimle gözlerini kapatmak isterdim,
yaratılış sırrını çözmek için, belki senin bütün bunlara ihtiyacın yok,
ama ben mecburum.

hayat mı?
büyük bir kağıt parçasını ellerinde buruşturp atamamak!

hergün biraz daha boşalan dünyadan korkuyorum, kitabı kapıyorum,
yatağıma geri dönüyorum,
annemi anımsıyorum
- Tanrı nerede anne?
o her yerdedir.
-Şimdi burada mı yani?
evet, yanı başında.

avucumu kapatıyorum uykuya dalıyorum, Tanrı'dan bir parça avcumun içinde olmalı.


Selam,
Muhabbetle,

Hu.

Sufi.

Friday, March 03, 2006

Kibrit


Yaşam belki de yakılan bir kibritin
ağır, yoğunlaştırılmış kokusudur!
Sönük lambalara bir yararı olur mu?
dün gece tek başıma oturdum "İvan'ın Çocukluğu" filmini izledim,
Tarkovsky alışkanlığını simurg yuvasında edindim! Bir ikinci alışkanlık daha kazandım
sevdiğim filmlerin eski de olsa, bulunmaz da olsa afişlerine ulaşmak.
"İvan'ın Çocukluğu" üzerine "düştüğüm kısa notlar" oldu.. konuşacağımız ne çok şey
birikti bu aralar!
İşte bu kibrit o zaman diliminin anısıdır!
Sigarayı temelden bırakacağıma dair üç kişiye söz verdim,
Jm, Asu, Rosa..
Anlamadığım nokta ise jm'nin hiç sigara içmediği halde biriktirdiği onca acayıp, tuhaf kibrit kutuları..
Ama içlerinde en çok "Şehrazad" minyatur'nun olduğu kutuyu sevdim, sağ olsun nazikce hediye etti bana..

kibrit, tek bir kibrit ateşi..
diyorum ki
oynamaya kötü alıştırdılar
farkında bile değiliz.
" oyuna uygun sigara içilir"
giyinilir,
kibrirtler yakılır,
etik olmayı da ihmal etmeyiz.
kibrit: soyut hallerin soyut tahlili..
oysa o çoktan kül oldu..
bitti mi?
hiç biter mi..
Ruhuma
Ruhunuza sesleniyorum
Ateş ilk kıvılcımda gizleniyor,
dikkat etmeyin bırakın "hane"yi yaksın
yanmadan olmuyor.

yarın tekrar kontrollerim var,
stres tavanlarda geziyor yine..
lila olayı kötü etkiledi beni,
Doktorum biliyor bunu..
her şey yolunda giderse kendime bir surprizim olacak!
kötü, sevimsiz bir durum ?
yapacak bir şey yok,
bir Hu çekerim Hak için,
sonra gider harabat meyhanesinde içerim son "dem" için
değil mi ey koca Nesimi?

Sufi.

Sunday, February 26, 2006

Fener


Anımsıyor musun o geceyi?
Hani o “ hepmiz seyyahız, kendine göç eden seyyahlar” dediğin geceği?
Haberi Mine vermişti, Hür’ün haberini.. koşar adım sana gelmiştim.
Ne oldu bize sahiden pirim?
Düşler korkar oldu yürümekten , uykular korkar oldu rüya görmekten.
Bizim olan herşeyi kaybetmedik ki.
Senin gezgin ruhun o koca İstanbul’da yapayalnız.Benim ruhum burada bu ılık diyarda beden hapsinde bıkkın.
Simurg yuvasını özledim..
kahve yudumlamayı, sonra o hınzır fal seanslarını.. olacak mı bir daha?
O Soru hiç aklımdan çıkmıyor
-“ insan kendini özler mi sur?”
Sizleri bilmem ama fena biçimde özlüyorum, evet “biz” olduğumuz günleri özlüyorum.
Çaresizlik işte budur.

Masamın üzeri kitaplarla doldu taştı,
Oysa şimdilik sadece “yürüyorum”..
Ve o her şeyi görüyor, duyuyor ama müdahele etmiyor, ederse Tanrılığı kalmaz diyorum kendi kendime..avunuyorum.
“ sür hasrete” demek de zor anne, sadece senin için direniyorum.
ben geçmişimi özledim,
Şile’yi
Kelebek mevsimini
Yazın kiraz tadını ve senin sesini.. “suuuuuuuuur..oğlum kahven soğudu bırak şu kitapları”..
Ve iki sorunun tek yanıtı olan kelebek düşlerini..

Ya kopar filmi Tanrım
Ya da cinema scope yap perdeyi de diyemiyorum..
kimim ki ben?
İnan ama,
Siyah Beyaz da olsa kabulumdur.. yeter ki Mecnun Mum sönmesin.

Sufi.

Friday, February 24, 2006

Bir Düş

Önce o renkli, coşkulu elbiseleri dikkatimi çekiyor,
Sonra elleri.
Sanki
gece gördüğü rüyayı çizmiş avuçlarına.
Kahve kokusu var düşlerinde.
Lisbon’da kısa bir süre dinlenmek istiyor.
Neden burası?
-Kardeşim burada yaşıyor, diyor.
Sonra Anushka Şankar’ı soruyor bana, biliyorum diyorum, onu yıllar önce İstanbul’da babasının grubunda izlemiştim, o güzel yüzü. Anushkay’ı uzun uzun anlatıyor..
O Anushkay’ı anlatırken ben çoktan kendi falıma dalmıştım o avuç içi çizgilerin
düzenli, düzensiz, yer yer formel olmayan dağlımlarında..
Ne gördüm?
Ne okudum?
Bir “düş” bilek kıyısından havalanmıştı
yol ortasında
dönüp geriye bakıyordu..
O ben miyimdim , yoksa siz miydiniz?

Sufi.

Saturday, February 11, 2006

İşaret


Simurg aşiyanı nakkaşları ve müdavimlerine,

‘geceyi delerek uçan bir kuş gibi,
yaşar ruhum; hızlandıkça, daha da yakınlaşır şafak’..
şafağı yaklaştıran kalem ve fırçalara..

Sizin de işaretleriniz olacak,
Birkaç sözcük ile yanıtlayacaksınız,
Tüm soruları.
Baharı müjdeleyen gözleriniz?

İşaretleri olacak..

Pejmürde bir gülücüğüm ben,
Günler günlerini kovalayacak
Ve sizin sadece tebessüm etmenizi
Okumak isteyecek kağıtlarım, defterlerim
Eski bir tören gibi..

Bir güldür
Enis’in “Beş Gülü”nden kopardığım
“sizin için”..

Ne hızlı kurudu ömrümün hücreleri
“Ben” uyurken..
“Ben” uyutulurken..

Sufi.

Friday, February 10, 2006

Kek ve Akıl


Ama gecenin bir yarısında
çıkagelir Sarapis gene
Ve kehanette bulunur bir kez daha
Kalmasın işin aslı gizli diye..
T. Harrison

Siz hiç’e sayın “hürmeti” o pak hürmet ki milyonlarca can+o ten’e ruh verir her dem.
Hor görün o yüce adla özdeşleşen kocaman bir Tarihi, Medeniyeti, yetiştirdiği bilim çınarlarını..Hor Görün..
o en “ iyi bildiğiniz” nane! ..

Unuttuğunuz bir şey var!

Düşünsel yoğunluğunun yanı sıra, simgesel anlamlarıyla, eğretilmeleriyle şiirselliğe varan bir dil’in yolunu kaybediyorsunuz..üstün bir aklın çifte cinsiyetli ucube yaratığı olmanıza ramak kaldı..şansınız yaver giderse.. belki de katışıksız eril olan bir zihin, yine katışıksız dişil olan bir zihin gibi yaratıcı olursunuz ...(günün birinde)... o an kapınıza dayancağım o güzel kızı istemeye !

Unuttuğunuz bir şey daha var!

Çocukluğumda Annem yün yumağını havaya fırlatırdı, Portakal renkli o yumak havada asılı kalırdı!
( elbet ki benim düşümde)
Bizler, hor gördüğünüz o “öteki doğu” ( bizce ne Batı var, ne Doğu, o ayırım da size ait) düşlerimizi öldürmedik!
Elinizde, Avucunuzda bir “düş” bir de Akıl vardı !
Kalem “hürmetsizliği” şimdilerde her ikisini de felç etmiş sevgili günbatımı (Batılı) dostlarımız.
Yudumladığım kek üzerinden gülmsüyor “Akıl”!
Konuşmayı geliştirirken insanlık "guguk"(cuckoo), çın çın (ding dong) gibi doğal sesleri benimsedi, Peki, neden bugünlerde hep o tuhaf sesler duyuluyor dünyanın dört bir yanından:
Aman, Öf, Hop (Oops) hıı ? Kan meleği Condy sen bilirsin belki..

Unutmayın, Manolya bahçeleri bizimdir,
( ihlamur kasrı'nda kahve
yudumladığımız o öğleden sonra hatırı için j)
Cennet düşleri de.
Sufi.

Thursday, February 09, 2006

Taş

Sanırım en büyük sorunum her şeyi fazlasıyla düşünmem, üstüne gitmemdir.
Belki de birçok şey gibi fazlalık gelebilir.
Anladığım an önce kendim ikna olacağım..
Şimdilik doktorumu dinlemeliyim,
Az sigara içmeliyim, ama nasıl? Bunca olay, kışkırtma, adilik karşısında yeterince serinkanlı olamıyorum, bizden istedikleri ise ortada. Yüzyıllar boyunca süre giden kazanımları bile algılamak istemeyen kurak, taş kafa bir zihniyet var karşımızda.
Az sigara içmeliyim, ilaçlarımı zamanında ve kesintisiz almalıyım.
Geçen gün ara sokakta yürürken bir taş parçası dikkatimi çekti, elbet ki üzerine yazılan yazıdan söz ediyorum.
Ağrılarım bazen soluğumu kesiyor, belki de düşüncelerim ağrıyor, tenim değil!

Taş’ın fotoğrafını niye çektim?
Cuma Yağmur,
Cumartesi Kar,
Pazar günü ise her şey donacak! (Taş haricinde..)
Kalbimiz donmasın,
Gerisi kolay nasılsa.

Sufi.

Wednesday, February 08, 2006

Biz Diyen Sözcükler Kaynağı

Usulca, hatta Yumuşak
çağrının bin yolu yok,
birdir o,
Konuşmamak.
kolay sanılıyor, sanıyordum.
Canım ablam, Asu'um olmadı bak
bir sırrı tutamadım
"Sırrın olsun toprağa yakınlık"..
sonun ve o tanımdan yoksun başlangıcın ortasına mı konmalıyım.
ne zaman?
fısıldıyorum kendi kendime, Rosa fark ediyor ,
"arbol viviente estatua de la lluvia sur"...
(biz diyen sözcükler kaynağı sur)

evet,
buldum, buldum.. işte , üstelik su kasesi yok elimde
Antik hamamlarda hiç değilim..

Sizi çok seviyorum Anne,
Asu'um.

Sufi.

Tuesday, February 07, 2006

Pencere

Pencereleri açıktı,
Kimse perdeleri kapatmamıştı
ev boş, boş , boştu..
ama o küçük pencereden komşu avlusundaki ağacı izleyebiliyordum.
ev boştu,
her zamankinden daha boş
boş, boş, boş..
evin boşluğu kederlere boğmadı beni
yüreğim bilinmeyen, tarifsiz bir şeylerle doldu, doldu, taştı.
Güldüm.
Sonra döndüm:
bir sigara yaktım.

Sufi.

Monday, January 09, 2006

Unutulan


"Tîn'e ve Zeytun'a,
Ve bu güvenli "yeryüzüne" andolsun ki,
Biz insanı en güzel biçimde yarattık.."

Sana
Andolsun ki:
o insan zeytin ve tin hürmetini
toprağı
gülücüğü
unuttu !

Sufi.

Tuesday, November 22, 2005

Hür Yümer'in Kedisi





Sevgili Hür Yümer,
ellerini ne çok severdi o kedi
ellerini gizle demiyor, diyemiyorum artık..
Bugünlerde insanların elleri yüreklerine çok zor gidiyor.

anıların kokusu kalıyor,
gitmiyor işte..

Sufi.